anlık yazılar
Cuma
Doğumgünü Panosu
Kuruntulu değildir aslında ama bir e-posta zincirinden yapıştı üstüne bu etiket, söküp atmak ne mümkün . O da benimsedi, hatta kızının bile "Hüsnü babam" dediğine tanık olduk bir kaç kez.
Fotoğraftan başka anlamlar çıkartmaya çalışmayın , çok düzgün adamdır Hüsnü.
Sana "yayarım !" demiştim Hüsnü ... Hem de bak , doğumgününde üstelik ...
22 Eylül 2006
Bu Pazar ne mi yaptık ?
Güne dileklerle başladık .
Sonra gittik , gelecekle tanıştık .
Arada geçmişle barıştık.
Kısacası , yaşamın kendisine
yukarıdan bir bakış attık .
'Balat ve Bienal' diye çıkmıştık yola aslında
ama Bienal yattı ,
çünkü biz Balat'ın renklerine takılı kaldık .
Eylül 2006
Foto : Nilgün Osman
Aynı gece BeyKozz
Çok sakin başlamış ilk round'unu kaçırdığım gece .
Artık durulmuş ve repertuarına "sana sarı laleler aldım Çiçek Pazarı'ndan" diye başlayan Doktor, 2 sene önce bugün Sex Bomb şarkısını söyleyerek , mor gömleği içinde ettiği dansları hatırlayıp iç geçirmekte .
Kiminin ise aklı bağında bahçesinde, şarabında üzümünde ...
Derken , rakı kadehleri şarap şişelerine karışır ve hava kendiliğinden ısınır.
Ve gece dans pistine geçer ...
Çiçeği hala burnunda gelin ve damat döktürür ,
doğumgünü güzeli döktürür,
gecenin mimarı döktürür .
Sabahın ilk ışıklarına ramak ve DJ'e gizlice gönderilmek üzere hazırlanan peçete ele geçirilene dek , döktüren döktürür.
16 Eylül 2006
Foto Merve Saraç
Falcı
Tabaklarına alabora edilmiş kahve fincanlarını kadıncağızın burnuna hemen diretmeyelim , ayıp olmasın diye, çay ikramında bulunmuştum önce.
“Tarçın” dedim ; farkını farketmiş olmasına sevinerek .
“Tarçınlı çay mı satılıyor?” diye devam etti .
“Satılıyor aslında ama bunu ben kendim hazırladım … Tarçın cubukları ekledim demine ve…” diye övüne övüne anlatırken, falcı lafımı çok keskin bir ifade ile böldü :
“Bana sordun mu ?!” …
Sen misin evine, para karşılığı fal bakmaya gelen falcıya misafir muamelesi yapıp ikramlarda bulunan. Müstehak , değil mi ?!
Bilmeyenler için anlatayım.
Eve falcı çağırmak , burun kıvırılacak bir fal baktırma eylemi değil kesinlikle .
Çok sosyal bir vak’a .
Bir brunch havasında düzenlenir bu aktivite .
Evsahibinin vakti kısıtlı ise , diğer misafirler getirirler kendi yaptıkları ya da methini duydukları pastane ürünü kekleri börekleri .
Açık büfe masa hazırlanır ; çay demlikte … Gün uzarsa diye, şarap bile soğumaya bırakılır.
Tazesinden Türk kahvesi 3 taşımlık pişime hazır .
Kur’a çekilir , önce kimin falına bakılacak .
Çocuğu olanlar ya da bir randevuya yetişeceklere öncelik tanınır .
Bu ritüeldeki tek şart , kırmızı odada falına baktıran , brunch masasına dönecek ve (günün anısına tarihlenmiş , çiçekli matbu kağıtlara) not alınan falcı kehanetlerini tek tek anlatacak … Her bir kehanet için ahali , yorumlarını uzun uzun yapacak, dalgasını geçecek ve sıra bir sonraki falın senaryosuna gelecek.
Arada boş zaman kalırsa, moda blue jean markalarından yaşlanmayı önleyici kremlere kadar herşey sohbet konusu olacak .
Yani aslında fal tamamı ile bahane ….
Falcının söyledikleri değildir zaten hiç bir zaman akılda kalan …
Kızlar Fal Günü’ne , karısını evde bırakıp koştura koştura gelen Reha’dır .
Falcılardan birinin , o günkü ikram masasından beğendiği kabaklı böreğin hangi pastaneden alındığını öğrenmek için aynı gece yarısı telefonunuzu çaldırmasıdır.
Bereketsizliği gidermek için , Tahtakale’den metrelerce kiriş alınmasını salık veren kadının ta kendisidir unutulmayan .
"Ne yaptın sen arabanın önüne?" diye soran falcıya , suçlu bir ifade ile usulca "ben yapmadım, otoparkta çarpmışlar !" cevabını veren arkadaşımdır.
Bir yılbaşı yemeğini renklendirmesi için tutulan erkek falcıyı , siyah pelerini içinde gören bir diğerimizin , adamı stripper zannetmesi kendi başına bir hikayedir mesela .
Bu eğlenceyi kaçıran “aşk olsun, bana niye haber vermedin?” diye sitem eder inanın haftalarca.
Bugün bu anılara bir yenisi eklendi.
Emine ve familyasını hayretlere düşüren Mine Hanım, Tarot kağıtlarını yorumlarmış. Kehanetleri biiiir bir çıkmaya başlamışmış bile üstelik .
Bu ihbar üzerine, email zinciri hemen çalışmaya başladı .
Yer, zaman detaylandırması ve gerekli kişi sayısı üzerine bolca yazıldı çizildi bütün sabah .
“Eeee , ne var ki bunda?” demeyin .
Bu da bir alem çıktı çünkü şimdiden …
İkizler ve Oğlak burcu sahipleri , Boğaz Köprüsü’nü amuda geçseler de bir değeri yok ; çünkü Mine Hanım’ın tersine gidiyormuş bu burcun insanları .
Ne yapalım .... Kaderde, sahte doğum tarihleri ile falcı kandırmak da varmış ….
Bir Akide
Paella’lı bir masa donacaktım o akşam .
Gecenin anlam ve önemi neydi acaba? Ya ortak bir arkadaşımıza sulu bir doğumgünü sürprizi, ya bir yılbaşı show'una ön hazırlık , ya da sadece mutat bir ‘özledik, buluşalım’ seansı. Kızkıza cinsinden…
Erkence bir saatte baktım kapıda.
“Daha paellanın p’si ortada yok, işim çok. Şimdi git , sonra gel ” desem yakışık almaz. Zu tanıştıralı daha iki sene olmuş.
Duvarların turuncusu sakinleştirmeye yetmedi.
Mumlar , tütsüler yakıldı ; voltaj fazlası elektriğini aldı mı peki ? Ne gezer…
Fonda usulünden etnik müzik ; taşkın ruhunu kesmedi.
O gün bugündür - vurun tahtaya - onu bir daha hiç öyle görmedim.
O, yarın pastasının mumlarını üflediğinde , "iyi ki doğdun" diye şükredersiniz hani ...
İşte öyle biri.
Perşembe
Gökyüzünde nazlı gezen bulutlar
Istanbul trafiğinin henüz çömez yıllarında, her gün mutat Avrupa Yakası -Asya Kıtası seferini yapan bir arkadaşıma "bunalmıyor musun yolda geçirdiğin vakitten ; taşınsana ofise yakın bir yere" diye bilgelik taslamıştım. Verdiği cevap, virgülüne kadar hala aklımda : "Neden ? Kendi kendime kaldığım tek zaman diliminden bahsediyoruz . Düşünsene, karım dırdır edemiyor, çocukların bitmez tükenmez taleplerini dinlemek durumunda kalmıyorum. Manzara harika . Müziğimi de açıyorum keyfime göre. Beni benimle bırakan tek şey trafik."
Bugünlerde Istanbul trafiği artık kalfalığı aşmış, ustalık mertebesine erişmiş halde. (Bundan ötesi olamaz sanıyordum ki, yanılmışım . Kadir Topbaş'ın , bir 'milli 18 Eylül günü' ilan ettiğini öğrendim radyo haberlerinden dün akşam . Devlet okullarının 1. sınıf sonrası açılacak ya, bütün olay bu !)
Her gün kıtalar arası yolculuk yapan kişi bu kez benim (Arkadaşım , ofisini, ikametgah adresinin yamacına çoktan taşıdı bu arada.) . 13 dakikalık yolu, şansım varsa 43 dakikada tamamlayana dek beni oyalayacak pek çok aktivite icat ettim. Boğaz trafiğinde asayiş berkemal mi ? 2. Köprü'nün Bebek çıkışına (herhalde bir Laz müteahhit tarafından kondurulan) anlamsız döner kavşak ne durumda ; kuzey yayı Ağrı Dağı rakımına ulaştı mı? Bızzzzzt diye bir parmak hareketi ile arabasının camını yarılamayı büyük bir hünerle beceren kokoş hanımefendi, son model jeep'inden acaba sigara izmariti mi atacak yoksa 0.33 lt'lik pet şişe mi? .
Güze yakın akşamüstlerinde ise bir başka seyir kaplıyor köprü yolunu : bulutların göcü. Böylesine güzel . Böylesine mucizevi.
Yapacak başka bir şey yok nasılsa; siz de trafiğin keyfini çıkartın .
Seyrederken kaza yapmayın ama sakın .
Elif'in THY günlüğü...
Ağustos 25
-----------
Öğle saatlerinde Num Num Kanyon’da , ara boşlukları olan büyükçe halka bir masaya “Charlie ve Melekleri nereye gidecek?” sorusu yatırıldı .
Kalamar ve isli somon salatalarının revaçta olduğu masadan saat 13.45de kalkıldığında karar çoktan verilmişti : Ljubljana.
Eylül 1
-------
Ljubljana uçuş rezervasyonlarını yaptırmak üzere harekete geçen Charlie ve Melekler ekibinin, birbirinden ilginç diyalog anıları THY telefon kayıtlarına geçti :
“Alo , merhaba.”
THY rezervasyon görevlisi bir bey : “Merhaba .”
“13 Ekim , Ljubljana uçuşuna rezervasyon yaptırmak istiyorum.”
Uzun bir bekleyiş.
“Pardon, neresi dediniz ?”
“Ljubljana . Le Je U ile başlıyor . Slovenya’da .”
“Heee, Slovenya …..”
Fonda bir erkek sesi daha : “Neredeymiş Ljubljana ?”
Uzun bir bekleyiş daha .
“Hangi tarihte gitmek istiyordunuz ?”
“13 Ekim gidiş , 15 Ekim dönüş ……….. “
Rezervasyon yapılmıştır ; sıra bilet kesimi için opsiyon belirlemeye gelir.
“Opsiyon için 10 Eylül uygun mu ?”
“Pek çok insanın yerini bile bilmediği bir destinasyon için , yapmayın Allah aşkına !”
“Peki hanımefendi, hangi tarih sizin için uygun ?”
“2 Ekim olsun .”
“Peki, 2 Ekim saat 17.00” ….
Ancak, rezervasyon yaptıracak ekip kalabalık malum .
Hemen akabinde , Elif’den rapor gelir :
"Kızlar, çok matrak birşey oldu.
THY'yi aradım , “Ljubljana” dedim. Kadın , “13 Ekim mi ?” dedi.
Ben de “yes” dedim :)
Sonra bana 10/09 tarihine kadar süre verdi. Ben de “ama arkadaşlarıma 02/10'a kadar vermişsiniz, why ?” dedim. “Olmaz . 10/09'da tekrar arayın” dedi ve “... sabahtan beri arkadaşlarınızdan bayıldım, yeter !” dedi !!! .
İnanmıyorsanız benim telefon kayıtlı , dinletebilirim. "
Eylül 13
--------
Artık bütün mesele, bilet kesim tarihi olarak 2 Ekim'i opsiyon alabilmektir; 13 Ekim'de Ljubljana'ya uçulmasa da olur .
Güneş'in opsiyonu 2 Ekim olur ; hatta gecikmeli rezervasyon yaptıran Mehtap da uzunca bir süre dil dökerek 2 Ekim'i isabet ettirmiştir .
Elif'den bir rapor daha gelir :
"Ben delirmeyeyim de kimler delirsin !!!
THY arandı ve 'kesinlikle 20/09 saat 11:30'dan daha sonraya rezervasyon alamazsınız' dediler. Uzun uzun kadının kafasını ütüledim, baktım olmuyor sizleri örnek verdim , ama yapmadı. THY'nin bana kesin garezi var. Delirecegim ..."
Benim tanıdğım Elif bunu THY'nin yanına bırakmaz ...
Bakalım THY mi yaman , Elif mi ?
Haute Couture yazmak...
Hiç böyle olacağını düşünmemiştim doğrusu .
Mütevazi bir yemek kitabı yazacaktım . İlk ulvi hedef, aynen bu kadar basitti. Özel bir anıya ve farklı bir sunum ile , kitapçıların raflarını süsleyecekti kitabım.
Ama bazen basiret bağlanır kendiliğinden ; deli gömleği giymiş gibi debelenseniz de nafile …
Provence’ın bana bir türlü kısmet olmaması gibi mesela. Haftalar öncesinden yapılmış otel ve restoran rezervasyonlarına rağmen , (karlı bir bayram tatilinde , Bergen’den Cenevre’ye kadar sürüklediğim diş apsesi yüzünden) kapısının ucuna kadar gidip de göz göre göre içeri giremediğim Provence gibi.
Her bir fotoğrafı , dizimi ve tarifi , kapalı gözlerim ardında hazır olan müstakbel yemek kitabım, bir türlü hayata geçmiyordu. İstemiyordu sanki henüz gün ışığına çıkmak . “Peki” dedim, “vardır bir bildiği” . Üstelemedim.
Hedef değiştirdim . 40'ımdan sonra günlük tutmaya yöneldim . Savaş muhabiri ya da Mata Hari olmadığıma göre , “sade günlük sıkar” dedim . Günlüğe her türlü yazı katayım istedim ; sebze çorbasına renk ve tat veren ilgisiz baharatlar gibi. Hem araya “çok kolay” türünden yemek tariflerimden de sıkıştırabilirdim belki gizlice (“çok kolay” olduklarına inanmayanlara ders olsun diye sadece) . İşte o günlerde blog yazmak fikri Güliz’den geldi ; ve bu blog serüveni de böyle iddiasız başlayıverdi.. .
Ama inanın böyle olacağını hiç düşünmemiştim .
Ucuz yollu doğumgünü hediyesi diye kaleme aldığım doğumgünü yazıları için , artık avans yazar oldum . Yemek tarifi adedi ise 12 Eylül itibarı ile sadece 1 (ama o da çok kolay).
“Ben de isterim” içerikli mesajların ardı arkası kesilmiyor ; Haute Couture çalışır oldum resmen . Kendisi bilmese de Cengiz Abazoğlu ile sıkı yarış haldeyim , ama galiba o bu iş için para alıyor üstüne …
***
Resimdeki hatun kişi , bizim Flipper’in annesi Liz.
El kadar oğluna hitaben yazdığım mektubu kıskanmış , imalı bir mesaj atmış .
İzninizle, kendisine iki çift laf etmem lazım …
“Arkadaşım,
Avans yazı
Bilesiniz ki, bu mesaj için planlanan tarih gerçekte 01.01.2007’dir.
Neden mi şimdiden yazılmıştır ? “Ama ben de istiyoruuuum” diye nazlanmıştır çünkü istek sahibi.
“Beklesin, işi ne !” diyecek oldunuz , değil mi ?
Kolaysa siz anlatın kendisine !
Anlatabilirsiniz sanıyorsunuz değil mi ? Nasıl da yanılmaktasınız , gülünecek haldesiniz hatta .
“Ama , bir şey söyleyebilir miyim !” diye önce usulca lafa girer . Arasıra , ilkokul sıralarından fırlamışçasına parmak da kaldırır eş zamanlı.
O anlatır, siz dinlersiniz .
Allahı var, güzel de konuşur. “Kuzum, meleğim, bebeğim , sevgilim, minnoşum …” sözcükleri okşar yüreğinizi önce.
“Değil mi ama tatlım!” diye biter cümle.
Soru sordu sandınız değil mi ? Yapmayın, komik oluyorsunuz ama artık !
Koskocaman bir ünlem vardır orada, ünlem ! Yani, “değil mi ama tatlım ?” olmuştur size “işte aynen böyle tatlım !!!”.
Arada bol bol soru da sorar , ama kibarca : “Bir şey sorabilir miyim?” .
Sorsun canım , ne var bunda.
Ama bir değil , iki değil , on değil . Sonunda patladınız ; “hayır !” dediniz .
Veee, sustu mu ?
Hah haaaa…. Ama size gülmekten yazıya devam edemiyorum ki ben .
Bunaldınız mı ?
Ona da izin vermez . Öyle sımsıkı sarılır ki , sevgisi bulaşır üstünüze önce.
Sonra öyle içten kahkaha atar ki; dayanamaz , onun gülüşüne gülerken yakalarsınız kalleş dudaklarınızı.
Müsrifliğine kızarsınız , şımarıklığına kızarsınız , diyetlerine kızarsınız … Ama kızdırtmaz insanı şöyle bir ağız tadıyla. Kurabiye misali , ufalanır hayatınıza şekerli şekerli ... Estetik katar yaşamınıza , renk sunar gününüze , keyif serper gönlünüze…
Tamamın (en fazla) yarısı için avans verilir malum .
Geri kalanı artık yılbaşında …
Eylül 2006
Foto Merve Saraç
Güzel yıllara ilk çentik...
Ev süslendi.
'Kurabiye' süslendi ,
Babası süslendi ,
Misafirler süslendi ...
Sofra şenlendi .
Sangria'cı ile döner'ci komşu oldular alt bahçede.
Rahat minderler ve renkli balonlar havuz başına indiler .
iPod ve senfonisi neşeli çaldılar bütün akşam.
En cicili bicili keyiflerini ,
en inci dizilişli gülüşlerini
taktı takıştırdı herkes .
Her başlangıç özeldir hani ;
'bir yıla nasıl başlarsan , öyle devam edersin' misali.
Uzun bir ömür süresince kutlanacak doğumgünlerine , işte böylesine güzel bir başlangıçla giriş yaptı doğumgünü çocuğu .
Üstelik , ilk çikolata tadını da o gün keşfederek.
5 Eylül 2006
Foto Güliz Özbekİlk mektup.
Sevgili Aksel ,
Bu, sana yazdığım ilk mektup.
Önsöz gibi düşün .
Hani esas hikaye başlamadan , azıcık ön bilgi türünden.
Gel , en baştan başlayalım .
Önceleri senin isteğin dışında gelişti pek çok şey .
‘Bir çocukları olsun’ istemişti anneciğin ve babacığın.
Gerçi eş ve dost da geri kalmamıştı hiç; “bebek sevmek istiyoruz” diye tempo tutanları bile hatırlıyorum ben.
Yaklaşık zamanını, kaderin; doğduğun günü ise doktor belirlemişti.
Yani, yükselen burcun aslında belki yay belki akrep. Kimbilir …
Seninle ilgili planlar bile yapılmadan daha, ilk takma ismini Flipper koymuştu dostlar meclisi çakırkeyif bir tekne turunda .
Aksel yerine, aylarca da Flipper demeye devam ettiler, küçücük melek aklını allak bullak etme pahasına.
Doğduğun gün bir sirk alanına dönüşmüştü hastane; sevinçten ağlayanlar , keyiften gülenler .
Daha neler neler…
Mavi kurdeleler bezediğim ‘gömleğini’ giydirmişler sana evvela.
Nasıl da minicik minyondun, sen hatırlamazsın pek tabii.
Öylesine savunmasız .
Gözünün mavisi değişmesin diye ne dilekler tutmuştuk, bir bilsen.
Karnının ağrısını, teninin sarısını belki bildin, belki de sadece korkudan inledin ilk günlerde.
Bizler süslenip püslenip gelmiştik ; oysa ki sen büyükbabanın kucağında sünnet olurken acılar içinde titremiştin bütün gün.
Gel vakit , git vakit . Bir sene olmuş. Yarın senin doğumgünün.
Derenin denize taştığı gibi; yeşilin sararıp düştüğü gibi ; zaman hızla geçip gitmiş.
Sen doğduktan sonra, anneciğin senin için bir Albüm hazırlamaya başlamıştı , ileride göreceksin.
“Nino Teyzesi de artık bir şeyler döktürür “ demişti ; bak bugüne kısmetmiş.
Aslında ‘kısmet’ demek, sadece bir kaçış yolu .
‘Ne yazacağımı bilememek’ işin aslı.
Şimdi mi ne değişti ?
Sen değiştin !
Artık kendi seçimlerini yapan sen !
Sevginin ve ilginin alışverini bilen sen !
Kime gülücük atıp, kime caka satacağına kendisi karar veren ,
Sarı lüle saçlarının gölgesinde, çakır çakır gülebilen ; ya da gözyaşısız göz yaşı döken ,
Dıgı-dıgı seslerine horon tepen,
Hoşgeldin’e el uzatan ,
Sohbete kahkaha ile eşlik eden
‘Gel’ ile ‘ver’ arası anlamda bir ‘meğh’ ile , her derdine deva bulan dünya güzeli bir mucize.
İyi ki doğmuşsun Aksel …
Senin gibi mucizelerle hayat çok daha güzel .
527 teyze arasından … Nino Teyze.
Eylül 2006
Foto: Güliz Özbek, Nilgün Osman
T-Girls 100 aylık
Mekan, o zamanlar Etiler'i mesken tutmuş Cafe de Paris. Hem alt kattaki bar sandalyelerinin hem de üst kattaki restoran masalarının oldukça boş olduğu bir akşam . Belki Pazartesi seyrekliği, belki de önemli bir kupa maçına denk gelen öylesine Çarşamba ; o detay hafızamdan tamamen silinmiş .
Güneş ile bir kaç hafta öncesinde kararlaştırmış olduğumuz gibi, 'trading' sektöründe çalışan kadınlarla bir akşam yemeğine buluştuk . Ben , tanıdıklarıma haber vermiştim ; Güneş'in konuştukları, kendi tanıdıklarına durumu iletmişti .... derken , ilk buluşma gerçekleşti.
Hollywood yapımları ile dalga geçen aynı menşeli filmlerdeki sahneleri aratmadı ilk gece. Fiziksel olarak geceye katılan 'trading girls' kadar , telefon başında bütün geceyi takip eden patronların da hakkını vermek lazım . "Diğer firmalar hakkında bilgi al ; ama sakın bizim son sattığımız mısır yükü ya da haftaya gelecek buğday gemisi hakkında ağzından tek kelime kaçırma..." gibi direktifler bütün gece yağmaya devam etti.
Bir süre sonra bizler rakiplikten , patronlar da takipten sıkıldığında , artık arkadaş olmuştuk . Çete gibi, kendimize özel bir isim bile takmıştık : T-Girls .
Her ayın bir akşamında , Istanbul'un bambaşka bir mekanında bu grup buluşmaya devam etti . Sohbet konuları , küspeye gelen vergiden manikür pedikür fiyatlarına , 'don lastiği' lakaplı bir sevgiliden çocukların yolculuk anılarına dek değişti durdu hep. Her daim baki kalan ise, bu 'tuhaf' gruba servis eden garsonların eğlenceleri ve sohbet potporilerini veya Selami gibi misafirlerimizi izlemekte zorlanan komşu masaların şaşkın bakışları oldu.
***
Mutlu mesut geçinip giderken , sanırım Güneş ve bendenizin yine canı sıkıldı bir gün . " Hadi Roma'ya gidelim !" dedik. Charlie'miz hazır ; biz de melekler ...
***
2006 için daha demokratik davranmaya karar verdik önce. Büyük bir hevesle excel tabloları yapıldı; tercihler belirlendi ; itirazlı şehirler silindi . Tabii ki , yine de her kafadan bir ses çıkmadı değil : "Okuduğum kitap orada geçiyor, Fas'a gidelim !" dedi biri ; "ama Izlanda'ya 20,000 mil yetiyor !" buyurdu diğeri. "Sıcak olsun , zaten bugünlerde depresyondayım" gibi acıklı mesajlara , Provence'da bağbozumu talepleri karıştı .